16 Kasım 2017 Perşembe

TİFLİS'TE HAYATIN MADDİ BOYUTLARI

Kiralar: En büyük kaleminiz kira olacak. Şayet güvenlikli bir sitede oturayım derseniz, M quadrad ve Green Budhapest gibi şehrin merkezindeki sitelerde kiralar bir hayli yüksek. 1+1 mobilyalı daireler için en az 400-500 doları gözden çıkarmalısınız. 2+1 dairelerde de şansınız varsa 650-700 dolara bulabilirsiniz. Şehrin dışına doğru ev kiraları biraz daha ucuzluyor. 

Faturalar: Kışın doğalgaz faturası haricinde ülkede faturalar bir hayli düşük. Su için ayda 2 lari gibi komik bir rakam ödeyebilirsiniz. Elektrik ise 10-15 lari civarında gelebilir, sadece yazın klima çalıştırdığınızda 30 lari civarını bulabilir. Cep telefonu tarifeleri de son derece uygun. 10 larilik bir tarifeyle 100 dakika arama, 100 mesaj, 1GB da internetiniz oluyor.

Dışarıda yeme içme: Tercihiniz ayak üstü bir şeyler yemek ise, fırınlarda satılan hamur işlerini deneyebilirsiniz, fiyatları 1 ila 5 lari arasında değişir. Yanına 1 lariye kahve alıp, ucuza doyabilirsiniz. Bir yerlerde oturmak isterseniz, Türklerin çokça tercih ettikleri mekanlar Marjanaşvili caddesinde bulunan Karabak, Ankara Style, Osmanlı Mutfağı gibi mekanlarda da seçtiğiniz menüye göre 10-20 lari aralığında yemek yiyebilirsiniz. 

Mutfak alışverişi: Elbette Carrefour ve Goodwill gibi büyük marketlerden alışveriş yapmak, küçük marketlere göre daha avantajlı. Goodwill, export ürün seçeneği ile daha lükse kaçarken, Carrefour'da daha fazla kampanya bulmak ve alışverişi ucuza kapatmak mümkün. Yazın meyve sebze gayet uygun fiyata satılırken, kışın faturanız kabarabilir. Süt ve süt ürünleri nispeten pahalı, bir kutu süt yaklaşık 3 lari. Bir kilo tereyağı ise 25 lari civarında. Makarnanın Türkiye'ye göre pahalı olduğunu hatırlatırım. Bir paket makarna yaklaşık 3 lari. Tursa'da Türkiye'den gelen ürünleri rahatlıkla bulabilirsiniz. Eti oradan almak çok daha hijyenik bir seçim olur. Etin kilosu, 15 lariden başlıyor, kaliteli kısımlarında ise fiyat 40 lariye kadar ulaşıyor. 

Tekstil: Larinin Tl karşısında değer kazandığını hesaba katarsak, tekstil burada kesinlikle pahalı. Waikiki gibi Türk markaları, Türkiye'de 10 liraya sattığı ürüne burada 10 larilik etiket basınca, doğal olarak daha pahalıya almış oluyorsunuz. Lilo Pazarı gibi daha fazla seçeneğin olduğu yerlerde uygun fiyatlı tekstil ürünleri bulabilirsiniz. 


21 Ağustos 2017 Pazartesi

GÜRCİSTAN'DA İSLAM

Geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirdiğimiz kısa Batum seyahatimiz esnasında emekli bir müftü ve ailesinin evine misafir olduk. Güleryüzleri, ikramları, misafirperverlikleri ve Gürcü olmalarına karşın maaile Artvin ağzıyla konuştukları Türkçeleri bir yanda dursun, ben asıl böylesine aydın, ilim sahibi ve samimi bir müftüden dinlediklerimi yazmak istiyorum. Zira arayıp da bulamadığım bir hazine oldu kendisi. Bu topraklara adım attığım günden bu yana Müslüman Gürcülerin İslam anlayışlarını, uygulamalarını, yaşadıkları sorunları merak edip durdum. Her ne kadar kendi çapımda online araştırmalar yaptıysam da, birebir insanlardan dinleme fırsatı bulamamıştım. Emekli müftü Bejan Bekir Bey, sağolsun birçok konuda zihnimdeki soru işaretlerine cevaplar sundu. 

Ortodoks Gürcüler, Müslüman Gürcülerin Osmanlı döneminde cebren Müslümanlaştırıldığına bu nedenle asıllarına yani Ortodoksluğa dönmeleri gerektiğine inanıyorlar. Bu inançlarını çoğu zaman gizlemeye çalıştıkları gibi, açıkça ifade etmekten çekinmedikleri zamanlar da oluyor. Öyle ki, onlara yönelik misyoner faaliyetlerini rahatça haklı bir zemine oturttuklarını düşünüyorlar. Zaten İslami bilinçten yoksun olan Müslüman Gürcüler arasında Hristiyanlığa geçiş, adeta bir moda bir trend gibi algılanıyor. (Yani Ortodoks olduktan sonra da hayatlarında pek bir şey değişmiyor, sadece trendi yakalamış oluyorlar)

Bekir Hoca'nın altını çizdiği durum ise papazların misyonerlik ve Ortodoksluğu sevdirme noktasında gösterdikleri azim ve hoşgörü. Kiliselere daha fazla insan çekebilmek için dinlerini bir hayli esnetiyor, bir avuç suyu üzerine serptikleri insanları cennetle müjdeliyorlar. Ne yazık ki, Müslüman din görevlileri aynı hoşgörüyle yaklaşmıyor inananlara. Dini sevdirmek şöyle dursun, zorlaştırıp uzaklaştırmak için çaba gösteriyorlar. Bekir Hoca, "bu ülkede, bu devirde bir insana "Elhamdülillah Müslümanım" dedirtip bir de kelime-i şehadet getirtebiliyorsanız bu başlıbaşına büyük bir adımdır" diyor. "Sonrası zamanla, yavaş yavaş gelir biiznillah diye" ekliyor. Kendisi kravatlı ve takım elbiseli hoca olmakla, fazla müsamahakar olmakla itham edilmiş olsa da, aldırmıyor ve ne de iyi yapıyor. Misyonerlerin akıl almaz faaliyetlerine başka türlü karşı gelmek mümkün mü? Bu denli geniş görüşlü olmasında aldığı eğitimin mi etkisi var, karakterinin mi bilemiyorum ama bildiğim şey şu ki, kesinlikle onun gibi din adamlarına ihtiyacımız var. 

Acara özerk bölgesinin yani Müslüman nüfusun çoğunluğu oluşturduğu kısmın başkenti olan Batum'un merkezinde yalnızca bir cami aktif. Osmanlı döneminden kalma nice tarihi cami var ancak devlet onların restorasyonuna ve ibadete açılmasına mesafeli. Çünkü bölgenin tamamen İslamlaşmasından korkuyorlar. Zaten bölgede gerek dışarı verdiği göç, gerekse misyoner faaliyetler nedeniyle Müslüman Gürcülerin nüfusu %65'lere düşmüş durumda. Bu rakam içinde, ibadetlerini yerine getiren ve haramdan kaçınanların sayısı yok denecek kadar az. Çoğu Müslüman Gürcü için şarap içmek kültürün bir parçası. Domuz eti yemek ise pek de riayet edilmeyen kurallardan bir tanesi. İki dini bayram dışında İslam dini bu topraklarda kimsesiz bir çocuk gibi...

18 Temmuz 2017 Salı

GÜRCİSTAN HAKKINDA NELER İZLİYOR, NELER OKUYORUM?



tangerine zaza ile ilgili görsel sonucuÜlkeye gelişimiz ani olunca, evvelinde kitap veya diğer basılı yayınları alıp okumam mümkün olmadı.  Daha çok internet sayesinde ulaştığım bilgileri kafamda toparlamaya çalışıp durdum. Bir de çok güzel bir film izledim: Mandalina Bahçesi (Tangerine)  

Gerek konusu, gerek kurgusu ve oyunculukları itibariyle film aklımda özel bir yer edindi. Zaza Uruşzade'nin yönetmenliğini yaptığı film, 1992 yılında Abhazya ve Gürcistan arasında yaşanan savaşı konu alıyor. İki yaralı düşmana evinde bakmaya çalışan Estonyalı ihtiyarın "tamata" özelliğinin vurgulanması bence çok önemli bir detay idi. Kafkasya kültüründe bir meclisin, ailenin yaşça büyük kişisine "tamata" deniyor. Ancak tamatanın tek özelliği yaşça büyük olması değil, fikir ve karakter noktasında da itibar sahibi olmasıdır. Tamataya karşı gelinmez, sözü dinlenir, fikri sorulur ve itibar edilir. İşte filmde iki düşmanı aynı evde tutan da "tamata'"nın ağırlığı olmuştu.

Tanımadığı insanı hiç düşünmeksizin öldürebilen insanların, zorla da olsa aynı evde kalınca birbirini tanıması neticesinde ötekine silah doğrultmak şöyle dursun, çatışmada muhafaza etmeye çalışması da savaşın anlamsızlığını gözler önüne sermek için yeterliydi. Neyse, izlemeyenler için fazla spoiler verip suyunu çıkarmayayım.

(Filmi izlerken, Boşnakça sayesinde çat pat Rusça anlamanın sevincini yaşadığımı da belirteyim. Buradan bilmeyenlere iki Slav dilinin birbirine yakın olduğunu ama yine de kolayca anlaşamadıklarını da söylemiş olayım)

Film dışında internetteki belgesellere(Abhazya sorunu, Osetya savaşı, Ahıska Türkleri, Azerbaycan'la ilişkiler, Rusya ile ilişkiler vb) her fırsatta göz atıyorum.
acaristan yunus zeyrek ile ilgili görsel sonucu
Neler okuduğuma gelince, yazının başında da belirttiğim gibi, çok fazla basılı kaynağım yok. Yunus Zeyrek'in Acaristan ve Acarlar isimli kitabı elime ilk geçen kitap oldu. Zeyrek'in kitabı ve Acara bölgesi ile ilgili ayrı bir başlık açacağım, detaylı bilgi orada olacak. Ardından sevgili arkadaşım Elif'in hediyelerinden, İlyas Üstünyer'in kapsamlı çalışmalarından "Kaf Dağının Güney Yüzü: Gürcistan"  kitabı ile bir hayli içli dışlı oldum. Bir de eski lider Saakaşvili'nin Hollandalı eşi Sandra Hanım'ın kaleme aldığı "Bir İdealistin Öyküsü" sayesinde bir yabancının gözünden Gürcistan'ı değerlendirme fırsatı buldum. 

Din ataşesi olarak Tiflis'te görev yapan Prof. Dr. Nebi Gümüş hocamın şahsi çalışmaları da benim için bulunmaz bir hazine oldu. Osmanlı- Gürcü ilişkileri, Selçuklu döneminde Gürcülerle ilişkiler, Gürcistan'da İslam'ın tarihi ve günümüzdeki durumu gibi çok sayıda konuda kendisinin geniş çaplı çalışmaları bana müthiş bir tarihi perspektif sundu. 


İnternette de çok çeşitli kaynaklar var. Ülkenin tarihi, bilhassa yakın zamanda yaşadığı savaşlar, kültürü ve etnik zenginliğine dair kaynakları sıklıkla gözden geçiriyor, süzdüğüm bilgileri de blogda toplamaya çalışıyorum.

Aslında bu ülkeyi komşu ülkelerden bağımsız düşünmek neredeyse imkansız. Çünkü Gürcistan tahmin ettiğinizden çok daha fazla etnik grubu içinde barındırıyor. Sadece Azeriler, Ermeniler, Türkler, Abhazlar, Osetler, Yahudiler değil bu ülkede Yezidiler(Hatta dünyadaki üç Yezidi tapınağından biri Tiflis sınırları içinde) bile var. O nedenle genel Kafkasya okumalarını da ihmal etmiyorum. Ülkenin Hıristiyan olması sebebiyle Doğu Ortodoksluğu üzerine de fırsat buldukça araştırma yapıyorum. Bir de coursera.org ne zaman bu bölgeye ilişkin bir ders açacak diye heyecanla bekliyorum.

3 Mayıs 2017 Çarşamba

GÜRCÜLER VE DİN

Bir turistin dahi, ilk dakikalardan itibaren dikkatini çekebilecek kadar çok dini sembol var bu ülkede. Arabalarda ve birçok ticari araçta haç işaretleri, tesbihler, ikonlar, resimler, dualar görmek hiç de sıradışı değil... Ortodoksluğa ait semboller hemen hemen her yerde: Çarşıda pazarda, marketlerde, hastanelerde, devlet dairelerinde, devlet okullarında...

Trafikte seyrederken, ansızın duran ve ıstavroz çıkaran insanlar sayesinde bir kilisenin yakınında olduğunuzu anlayabilirsiniz. Gencinden yaşlısına, kadınından erkeğine, çocuklara, bebeklere kadar hemen herkes boynunda haç işaretli kolye taşıyor. Sık sık dini malzemeler satan dükkanlara rastlıyorsunuz. Bir köşede mum, tütsü ve çeşitli fotoğraflar satan yaşlılar, elinde İncil tutarak yardım bekleyen dilenciler görüyorsunuz.

Dışarı adım attığım andan itibaren soluduğum atmosfer böyle olunca, Hristiyanlığın bu topraklara nasıl geldiğini araştırmak istedim:

Havarilerden Simon ve Andrew vesilesiyle daha ilk yüzyılda Hristiyanlık ile tanışır bu topraklar. 336 yılında Azize Nino sayesinde ülke Hristiyan olur. 5. yüzyılda İncil Gürcüceye çevrilir. Hatta Gürcü alfabesinin en eski öğretilerinin hep dini metinler olduğunu söyler bize kaynaklar. Bu nedenle Hristiyanlığın, Gürcü dilinin yazılı literatürüne çok ciddi katkıda bulunduğu belirtilir. (https://en.wikipedia.org/wiki/Christianity_in_Georgia_(country)

Osmanlı'nın hüküm sürdüğü yıllarda dinlerini özgürce yaşayan halk(bunu ne yazık ki kendileri "Osmanlı'nın işgaline rağmen biz dinimizden dönmedik"diye aktarırlar) Rus işgali ile büyük baskılar görmeye başlarlar. Rus Ortodoks Kiliseleri, Gürcü Ortodoks Kiliseleri üzerinde hüküm sürmeye başlar. Çoğu Gürcü Kilisesi tahrip edilir veya seküler binalara dönüştürülür. Nitekim bu baskılar halkın dinine daha sıkı sarılmasına yol açar.

1988'de Moskova'nın verdiği izin ile, kapatılan kiliseler yeniden açılır, Gürcü Ortodoks Kilise'si kaybettiği haklara kavuşur. Ancak tam bağımsızlık ve güç, ülkenin bağımsız olmasıyla birlikte başlar. O yıllardan bu yana da en iltimas tanınan mezhep olan Ortodoksluk etkisini devletin her kurumunda fazlasıyla gösterir. 

BBC'nin haberine göre devlet okulları dahi ideolojik savaş alanı haline gelmiş durumda. Okullarda Ortodoks mezhebine ait ikon ve diğer sembollerin rahatlıkla kullanılması, öğrencilerin davranışlarının, görüşlerinin bu mezhebe göre eleştirilmesi, yargılanması ve hatta "kafir" ilan edilmeleri sıradışı bir durum değil.  (http://www.bbc.com/news/world-europe-32595514)

Peki Gürcü halkının dini toleransı ne durumda?

Devletin nezdinde en fazla iltimas sahibi olan grup Ortodokslar. Devlet de, halk da yalnız farklı dinlere değil, Gürcü Ortodoks Kilisesi'nin kanunları dışında kalan tüm diğer görüşlere karşı tahammülsüz. Örneğin 2001'deki İnsan Hakları İzleme Raporu'na göre son iki yılda farklı dini uygulamalara yönelik 80'den fazla şiddet vakası kayda geçirilmiş. Bilhassa Yehova Şahitleri sık sık halktan şiddet görüyor. İlginçtir ki hiç de yılmıyorlar. (http://www.religioustolerance.org/rt_georg.htm) 

İlgimi çeken bir nokta, inanç ve uygulamaların duruma göre birbirine ters düşebilmesi. Misal vermek gerekirse Dünya Sağlık Örgütü raporlarına göre, Kafkasya'da en yüksek kürtaj oranına sahip ülke Gürcistan. Gürcü Ortodoks Kilisesi'ne göre kürtaj çok büyük bir günah ve Gürcülerin %69'u kürtaja kesinlikle karşı. Ancak ülkedeki kürtaj uygulamalarının oranı halkın inancı ile ters orantılı. Bilhassa ilk iki çocuğu kız olup, üçüncü çocukta da kız bebek beklediğini öğrenen çiftler kürtaja başvuruyor. (http://www.eurasianet.org/node/66933)

Eşcinsellik konusunda ülkede eşcinsellerin haklarını koruyan yasalar olsa da kilisenin tavrı sert ve net. Ülkede eşcinsellik karşıtı protestolar papazlar önderliğinde yürütülüyor. Ancak halk eşcinsellere uygulanan şiddete de %91 oranla karşı çıkıyor. Kilise'nin karşıt tavrına destek verenlerin oranı da %45. 

Müslümanların durumuna ayrıca değineceğim ama kısaca bahsetmek gerekirse; halkın yabancı Müslümanlara yönelik sözlü veya fiili bir saldırısı yok, bizzat tecrübe ediyorum ki, en ufak bir rahatsızlık yaşamadım. Ama Müslüman Gürcüler, ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyor ve misyoner çalışmaların kurbanı oluyorlar. Bilhassa Batum'daki Müslümanlar zaman zaman Cuma namazlarını eda ederken dahi sıkıntı yaşıyorlar, devlet de bu sıkıntıyı görmezden geliyor.  (http://dfwatch.net/friday-prayer-disrupted-again-in-kakheti-village-17746-21270) 

13 Nisan 2017 Perşembe

GÜRCİSTAN'DA ÖĞRENCİ OLMAK

Bu yazıyı okumaya başlayan veliler ve sevgili öğrenci kardeşlerim, öncelikle size soruyorum: Neden Gürcistan'da eğitim? Zira ben bu sorunun yanıtını bulmakta çok zorlanıyorum, belki sizler yorumlarınızla bana yardımcı olursunuz. 

Şu ana kadar Gürcistan'ın meşhur Uluslararası Tıp Üniversitesi'nde eğitim gören yaklaşık 5 Türk kız öğrenci tanıdım.(Erkek öğrencileri de onlardan dinledim) Eğitim için neden bu ülkeyi seçtiklerine ve eğitimleri esnasında karşılaştıkları zorluklara, Gürcistan'da eğitimin avantaj ve dezavantajlarına dair uzun uzun konuştuk. Hallerinden pek de memnun olmadıklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Geleceğin doktor ve fizyoterapist adayları olan genç kızlarımızı bu ülkeye getiren sebep de idealleri. Eminim mesleklerinde de aynı idealizmi gösterecek, canla başla çalışacaklar. Sözü onlara bırakmadan önce, hepsinin ortak sıkıntılarından başlamak isterim. 4-5 yıl evvel gelen öğrenciler Türkiye'ye ve diğer ülkelere nazaran eğitim masraflarının ve hayat koşullarının ucuzluğu nedeniyle Gürcistan'da eğitimi tercih etmişler. Ancak son iki yıldır, ülkenin para biriminin tl karşısında değer kazanması ve ülke insanın öğrenciyi kazıklamaya hazır hale gelmesi ve bir de doların yükselişi ile ucuz olma avantajı kaybolup gitmiş durumda. Ülkenin Türkiye'ye sınır olması, pasaportsuz giriş çıkışlar ve tarihi bağ da burayı tercih etme sebeplerinden. Bir de güvenli bir ülke. Bir yabancının başına kolay kolay kötü bir iş gelmez, hırsızlık, cana kast, sözlü veya fiili saldırı ülkede nadiren rastlanan durumlardan. 

Peki Tıp Üniversitesinin eğitim kalitesi nedir? Öğrencilerin burada eğitim alarak kazandıkları yegane avantaj "yabancı dil". Hazırlık eğitimi ile birlikte 7 yıl boyunca tüm dersler İngilizce veriliyor. Ancak bir sorun var, bazı sınıflar sadece uyruğa göre düzenleniyor. Dolayısıyla sadece Türklerden oluşan sınıflardaki Fizyoterapi öğrencileri dil konusunda istedikleri seviyeye ulaşamadıklarını, yalnızca metin dilini iyi öğrendiklerini belirtiyorlar. 

Verilen Tıp ve Fizyoterapi eğitiminin kalitesinin Türkiye'deki sistem ile kıyaslanamayacak kadar geride olduğunu hissediyor öğrenciler. Her ne kadar hastaneleri gezerek eğitim aldıkları dersler olsa da, tedavi biçimlerinin eskiliği, hasta sayısındaki azlık, hastanelerin yetersizliği daha iyi bir eğitimin önünde engel teşkil ediyor. Bana kalırsa, ülkemize döndüklerinde uzmanlık sınavına iyice hazırlanıp, İngilizce kaynaklardan yapacakları bolca okuma ile eksiklerini meslek hayatlarına başladıklarında giderecekler. Hatta iyi seviyede İngilizce öğrenenlerin isimlerini uluslararası konferanslarda görmekten gurur duyacağım. 

Gelgelelim öğrenci arkadaşlar bu ülkede eğitimi pek fazla tavsiye etmiyor. Bilhassa delikanlılarımız gece kulüplerinde, kumarda kendilerine yazık ediyorlar.

Şimdi kızlarımızın görüşlerine bir göz atalım:

"Tiflis'te ögrenci olmanın en büyük avantajı bana göre sessiz, nüfusu az ve kendi halinde bir ülke olmasıdır. İnsanı yoran, oyalayan ve derslerden engelleyecek pek bir yaşam tarzı yok. Bu anlamda ben çok rahat günler geçirdim öğrenci olarak. Halkın büyük çoğunluğu türk olduğunu duyunca olumlu bakıyor yine de sevmeyenlerde mevcut. Her iki insan tipini görmeye alışmalısınız. Özellikle hocaların çoğu çeşitli sebeplerden Türkiye’de bulunmuş oluyor ya da bulunan birini kesin tanıyor. Bu da size sınırsız bir muhabbetin kapısını açıyor. Gürcülerin en büyük özelliği konuşurken uyum yakaladığı bir insanı bulmuşsa kolay kolay onu unutmuyor olması. Şimdilerde eski hocalarıma denk geldiğimde hala eski muameleyi görüyorum hatta ilk selamı onlardan alıyorum diyebilirim. Her ne kadar öğrencisi de olsak bazen insan o derece makam sahibi birine selam vermeye çekinebiliyor.

En büyük dezavantaj olarak evrak işlerinin çok yavaş yapılmasını söyleyebilirim. Diplomasi oldukça ağır ilerliyor ve kanunları çok sert bir ülke. Bir nevi suça caydırıcı ama yine de iyi bir sistem olduğunu düşünmüyorum çünkü kendinizi savunamıyorsunuz. Bu kendinizi savunamama olayı ev sahipleriyle de sıkça yaşadığımız bir durum oldu. Türkiye'de kiracıysanız eve yaptığınız her tamiratı kiranızdan kesersiniz ev sahibi zaten istemez ama burada durum öyle işlemiyor. Sen oturuyorsun ve sen evi kullanıyorsun diye yapılan bütün tamiratları Gürcü ev sahipleri size yığıyor. Yıllarca girdiğim tartışmalarda hep ben sindirildim, her ne kadar evlerinde kalıcı olmadığımı ama yaptığım tamiratın 20 yıllık olduğunu söylesem de sonuç değişmedi. Her zaman yürüyen dolar muamelesi görüyorsunuz eğer yabancıysanız, hele ki Türkseniz. 

Deniz (Son sınıf Tıp öğrencisi)

Tiflis bana yıllarca hayalini kurduğum, hazırlığa gidip Azerbaycan'da kazanamadığım doktorluğu burada okuma imkanı tanıdı..Yabancı dilde okumak, yeni arkadaşlar edinmek, dini, dili, ırkı kültürü ayrı insanlarla tanışmak benim icin büyük avantaj oldu.

Okulu bitirir bitirmez buraya geldigim icin sanki daha bi yuk almıştım omuzlarıma... Dersten,evden,günlük işlerden her şeyden sorumlu olmuştum..İlk günlerde Gürcücem olmadığı için baya zorlandım. Örneğin fatura parası yatırmak, Rusça bilmeyen insanlardan alış veriş etmek, bazen ders alacağımız yerlerin adreslerini sormak benim için zor oldu.

Mehpare (Son sınıf Tıp öğrencisi/Azerbaycan)


Ah Tiflis...
Tiflis serüvenim 2010 yılında başladı. Liseyi bitirdikten sonra babamın verdiği bir kararla kendimi Tiflis’te buldum diyebilirim. Hiç bir şekilde fikrinizin olmadığı bir ülke; hele de o zamanlar kendini yeni toparlamaya çalışıyorsa.. Havaalanına geldiğimiz gece dün gibi aklımda. Bağlantı kurduğumuz aile bizi almaya gelmemişti ve sabaha kadar orada beklemiştik. İlk akşam yemeğimizi Marjanishvili’deki Sultan Sofrası adlı lokantada yemiştik ve ben suyun tadını bile garipsemiştim. Babamın dizlerinde ağlayıp beni geri götür dediğimi hatırlıyorum (hiçbir faydası olmamıştı) 
Bir gece babamdan ayrı düşmüştüm ve başka bir aileyle kalmam gerekiyordu. Beni alıp evlerine götürürken yaptıkları tek şey “burada çöpçülüğü bile kadınlar yapar” gibi bir cümle kurup evlerine varınca da hadi sen uyu artık deyip karanlık bir odada tek başıma bırakmaları olmuştu.

İlk zamanlarım çok zor geçti. Hiçbir zaman alışamayacağımı düşündüm hep. Okulumda zor zamanlarım çok fazla oldu. Düşünsenize sırf sizden ekstra para almak için sizi dersten bırakıyorlar ve siz hiçbir hak iddia edemiyorsunuz. Sadece söyleneni yapıyorsunuz. Eğitim deseniz sadece teorik. Eskiden olsa sırf okul fiyatı için tercih edilebilecekken şimdi o da yok. Şuan bu verilen paraya kendi ülkenizde çok daha iyi bir eğitim alabilirsiniz. Evet, ulaşım, alkol, sigara ucuz ve rahatça kimseye hesap vermeden yaşayabilirsiniz. Ama bir süre sonra sadece bunlar yetmeyecektir. Bunu da bir düşünün bence…

Sadede gelecek olursak çok zor günlerim de oldu; çok ağladım da; arkadaşlarımdan çok kazık da yedim. Ama geriye dönüp bakınca büyüdüm. Şimdi ülkeme geri döndüğümde Tiflis’i özleyeceğimi biliyorum. Ve evimin camından dışarı her bakışımda bu sevdiğim manzarayı aklıma kazımaya çalışıyorum… 

(Büşra-Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon) 

1 Nisan 2017 Cumartesi

GÜRCİSTAN'DA YAŞAMANIN AVANTAJLARI VE DEZAVANTAJLARI

En başından bu yazıyı güncelleme hakkımı elimde tuttuğumu söyleyeyim ki tekrar ziyaret ettiğinizde şaşırmayın. Gidene kadar avantajlar dezavantaja, dezavantajlar avantaja dönüşür bakarsınız. Fikirler değişir, gözlemler gelişir...

Avantajlar

*Dünyanın en güvenli 3. ülkesindeyim, var mı ötesi? Sokaklarda rahat yürüyorum, kapıyı kilitlemeden çıkabiliyorum, çantamı sıkıca tutmuyorum.
*Cevizler bir harika ve Türkiye'den çok daha uygun fiyata geliyor.
*Doğal ve lezzetli ballar var ve yine ucuz.
*Siyah çay çeşitlerini kolayca bulabiliyorum. Azer çay gayet iyi. 
*Yakıt ucuzluğundan kaynaklanan taksi ucuzluğu sayesinde toplu taşıma kullanmak zorunda kalmıyorum.
*Sokakların temizliği muhteşem bir şey.
*Yardımsever bir halkı var. Başınıza bir sıkıntı gelse, elli kişi birden üşüşüyorlar.
*Türkiye'den gelen bol ürün çeşidi var, Türk marketleri en çok da Marjanaşvili'de. 
*Onlarca etnik grubun pek barış içinde olmasa da bir arada yaşaması ve birbirinden farklı milletlerle tanışma imkanı
*Her noktasından tarihi eser fışkıran bir şehir merkezi var. Bilhassa kiliseler sıradışı. 
*Sağık hizmetinde seçenekler var, özel hastane de bulabiliyorsunuz. 
*Gençlerin İngilizce bilmesi ve yardımseverliği ciddi bir avantaj.
*Esnafın güleryüzü ve ilgisi fena değil.
*Ülkede bolca çam ağacı var, araçların kirlettiği pis havayı temizlemeye yeter mi bilmem ama görüntü hoş.
*Müzik severler için bolca konser var. Klasik müziğe düşkün bir millet.
*Yine müzik severler çok uygun fiyata piyano alabilir, özel dersler de çok ucuz. 

Dezavantajlar

*Gürcistan, istatistiklere göre havası en kirli ülkelerin başında imiş. Çok sayıda bakımsız araç yolları doldurmuş durumda
*Rezil ötesi bir trafik ve kural tanımayan hız düşkünü şoförler var. Her yola çıkışımda bildiğim tüm duaları okuyorum.
*Nerde benim sele zeytinlerim, Trakya peynilerim, un tarhanam:(
*Helal yemek araştırmaları, helal kesim et bulma zorluğu
*Halısız evler çok sinir bozucu. Aylarca nereden halı alacağımızı aradık durduk.
*Halkın eve ayakkabı ile girmesi
*Düzensiz sokaklar ve dış görüntüsü çok çok bakımsız evler, kötü bir şehir görüntüsü
*Uzuuuun kışlar ve çabucak gelip geçen kavurucu bir yaz
*Gürcü alfabesi ve Gürcücenin zorluğu (ve hatta gereksizliği)
*Türk Lirasının Lari karşısında değer kaybetmesi
*Müslümanları ve İslam dinini hemen hemen hiç tanımayan bir toplum(Gittiğim yerlerde örtülü olduğum halde şarap ikram ediliyor, bunu da gördüm yani😕)
*Kiraların dolar üzerinden olması ve pahalılığı( 2+1 evler 600 dolardan başlıyor)
*Yabancıların her fırsatta kazıklanmaya çalışması
*Ülkenin yemek kültürü bizi tatmin etmiyor. Khaçapuri ve Khinkali dışında tadabileceğimiz lezzet pek az. Domuz eti hemen her yerde. 
*Sebze çeşidi çok çok az, pırasayı nasıl özledim anlatamam.
*Halk yabancılara mesafeli. Rusça bilmiyorsanız (ki ben bilmiyorum diyemem, Boşnakça sayesinde ortak kelimeleri kullanarak çarşıda pazarda derdimi anlatıyorum) dost edinmek zor.
*Nöbetçi hastane bulmak çok zor. Tatsız bir anı yaşadığımız için çok zorlandık, oradan biliyorum. Artı devlet hastaneleri fazlasıyla bakımsız.
*Benim için en ama en önemli dezavantaj, kendi dinimden insanların oluşturduğu bir topluluk bulamamak. Hiçbir stk olmadığı gibi, Tiflis'in tek camisinde de herhangi bir faaliyet yapılamamakta. 
*Ezan sesi duyamamak, dışarıda iken namaz kılacak yer bulamamak da dini vecibelerini yerine getiren bir Müslüman için bir hayli zor.

EŞİM NEREYE BEN ORAYA

Eşinin yurtdışı görevi veya girişimciliği nedeniyle tası tarağı, çoluğu çocuğu toplayıp göç ederek, eşini yalnız bırakmayan bayan arkadaşlarla biraz sohbet etmek istiyorum. Tecrübelerime ve gözlemlerime dayanarak,yaşadığınız veya yaşayacağınız zorlukların üstesinden nasıl gelebileceğiniz noktasında naçizane üç beş fikir vermek niyetindeyim. Siz de yorumlarınızla katkıda bulunursanız çok mutlu olurum.

İngilizcede "trailing spouse" olarak bilinen kuyruk eş kavramının bizdeki en iyi karşılığı "eşim nereye ben oraya" olsa gerek. Siz de benim gibi, işi gücü bırakıp ailece birarada olmayı tercih edenlerdenseniz buyrunuz...

Elbette, anayı babayı, komşuları, dostları, eğitimi veya işi ve oturmuş bir hayatı bırakıp, dilini, kültürünü, insanını bilmediğiniz bir ülkeye yerleşmek kolay değil. İnsan birkaç kez düşünmek istiyor, kafasında çözümler üretmeye çalışıyor. Bu düşünceler kaç yıl kalacağınıza ve hangi ülkeye yerleşeceğinize göre değişiklik arz edebiliyor.  Eşiniz, açlık, kıtlık, savaş gibi sıkıntıların olduğu bir ülkeye mi gidiyor? O ülkede ne iş yapacak ve hangi koşullarda çalışacak? Kaç yıl süreyle yaşayacaksınız? Çocuklarınız var mı, varsa okul çağındalar mı?

2 yıllık yurtdışı serüvenimizde Bosna Hersek ve Gürcistan gibi nispeten sorunsuz iki ülkeye denk geldiğimiz için şanslıyız. Her iki ülke de Türkiye'ye uzak değil. Ancak bizim derdimiz de hangi ülkede ne kadar süreyle kalacağımızı bilememek, üç ay mı, üç yıl mı? Beni tedirgin eden tek kısım sanırım bu. Onun dışındaki sorunlar eşime ait:)

Konuyu biraz başlıklara ayırıp incelemekte fayda var:

YABANCI DİL SORUNU

Ne yazık ki, her eş İngilizce bilerek çıkmıyor yurtdışına. Hatta şimdiye kadar tanıştığım Türk hanımlarda İngilizce bilenlerin pek az olduğunu gözlemledim. Dil bilmemek, ülkeye alışmanın ve eşinden bağımsız sosyalleşmenin önündeki en büyük engel. Benim tavsiyem, kendinizi sadece Türk hanım gruplarının içinde adeta gettolaşarak ziyan etmeyin. Elbette görüşün, paylaşımlarda bulunun, zira bu güven ortamına da ihtiyaç var ama ülke halkı arasında da gönlünüzde yer bırakacak insanları kaçırmayın. Ayrıca, birkaç yıl yaşama şansınız var ise, ülkenize geri döndüğünüzde yanınızda bir de yabancı dil götürmüş olursunuz. Gittiğiniz ülkenin dilini öğrenmenin size katkısı olacağını düşünürseniz, önceliğiniz o dil olsun derim. Çünkü günlük hayatta kullanabileceğiniz için öğrenmeniz hızlı olacaktır. Ancak Gürcüce gibi, Doğu Hristiyanlığına ilgi duyan, Kafkasya Uzmanı olmak isteyen veya Gürcü asıllı olup milliyetçi damarı kabaran biri değilseniz, öğrenmenin size hiçbir fayda sağlamayacağı bir dilin konuşulduğu ülkede iseniz İngilizce kursuna gitmek veya evde özel ders almak kesinlikle daha mantıklıdır. Yok İngilizceniz zaten iyiyse, ikinci bir lisan öğrenmek de yurtdışında kesinlikle daha avantajlı olacaktır. Çoluk çocuk ile ne kursa gidebilirim ne de evde ders alabilirim diyenlere de, internet üzerinden programlarla evde kendi başlarına dil çalışması öneririm lakin kolay olmadığını ve disiplin gerektirdiğini de kabul ederim. 

ARKADAŞ ÇEVRESİ ve EVDE BİR BAŞINA HAYAT

İlk birkaç ay yalnızlık çekmeniz son derece doğal. (Hatta büyük nimet de siz farkında değilsiniz) Kimse aman da X hanımlar ülkeye teşrif etmiş, hadi gidip tanışalım, zavallıcık sıkıntısı çekmesin onu da aramıza alalım demeyecektir. (En azından bana demediler😒) Bu durumda, diğer Türklerle veya yabancı dil bilginize, sosyalliğinize göre konu komşuyla tanışana kadar interneti en iyi arkadaşınız yapmanızı önereceğim. Ayrıca Türkiye'deki çevrenizle de sürekli yazışıp rapor sunmayın, bir süre sonra acı gerçekle yüzleşecek, sizsiz hayata ne kadar çabuk adapte olduklarını göreceksiniz. E biraz acı konuştum ama öyle! 

Bir kere mutlaka günlük planınız olsun. Güne amaçsız başlamayın. Eşinizi varsa çoluk çocuğunuzu okula yolladıktan sonra, yapmaktan keyif aldığınız şeylerle güne başlayabilirsiniz. Kahvenizi mi içersiniz, fönünüzü mü çekersiniz, dans mı edersiniz bilmem. Önce sorumlulukları aradan çıkarayım derseniz, alışveriş ve yemek kısmını hızlıca halletmenizi öneririm. Bunlar halledilince size geniş bir vakit kalıyor.(Aslında çok esnek ve insaflı davrandım, siz benim günlük planlarımı bir görseniz! Oku, araştır, izle, öğren, dön yine oku, yine araştır derken araya yemek ve temizliği zor sıkıştırıyorum.) 

Lütfen ama lütfen bir ajandanız olsun ve ister günlük, ister haftalık olarak neleri okuyup, izleyeceğinizi, araştıracağınızı not edin. Kendinizi Türk dizilerinde, facebookta, twitterda heba etmeyin, nolur! Yaşadığınız ülkeye dair araştırmalar yapın, 
*ülkenin gezilip görülecek yerleri, 
*tarihi ve tarihi şahsiyetleri
*kültürü
*müziği, dansı, müzisyenleri
*edebiyatı, edebiyatçıları, düşünürleri
*ülkeye dair yapılmış film ve belgeselleri bir güzel araştırıp, notlar alın. Hiçbir şey öğrenmeden yaşayıp gitmek yerine, bilinçli bir şekilde öğrenme sürecine girip, muazzam bir birikim yapabilirsiniz. Hatta siz de bir blog yapın, bana da adresi yollayın!

Eğer yoğun bir çalışma hayatından gelip, birden eve kapandıysanız, evinizi bir "kapan" olarak görmek yerine, bir eğitim merkezi olarak görmeye çalışın. Çalışırken yapmayı çok isteyip de yapamadığınız birçok şeyi biraz azim ile artık yapabilirsiniz. Getirebildiyseniz kitaplarınızı okuyun, getiremediyseniz ülkede Yunus Emre Enstitüsü var ise gidip oradan kitap alınız. Hobilerinizi geliştiriniz, resim, el işi(örgü, dikiş, nakış), yemek-pasta... Eksik olduğunuz konuları bir düşünün! Hiç Kur'an-ı Kerim'i mealinden baştan sonra okudunuz mu? Hiç siyer (Peygamberimizin hayatını) okudunuz mu? İnternette envai çeşit kaynak var. Birbirinden değerli alimlerin seri halinde düzenlediği İslami videolardan faydalanmaya ne dersiniz? Her gün yarım saatinizi ayırarak, dini bilgilerinizi pekiştirebilirsiniz. O taraklarda bezim yok derseniz, tarih sohbetleri dinleyebilirsiniz. Birbirinden ilginç belgesellerden her hafta birer ikişer izleyebilirsiniz. Devasa bir film listesi çıkarıp, sinema kültürünüzü artırabilirsiniz. Yabancı dil hususuna zaten yukarıda değinmiştim.

ÇOCUK VE OKUL

Okul öncesi çocuklar ülke değiştirirken en az sorunlu olan gruptur. Hangi okula göndereceğiniz sıkıntısı ile uğraşmaşsınız ama evde 24 saat nasıl geçireceğinizi düşünebilirsiniz. Bu durumda tavsiyem ülkede kısa süre kalacaksanız 3 yaş üzeri için İngilizce eğitim veren kreş, uzun süre kalacaksanız ülke dilinde eğitim veren kreş. Süresini ise mümkün mertebe kısa tutmanızı önereceğim, günde 3-4 saat gibi. Nedeni ise çocuğun hem fiziksel hem de duygusal açıdan adaptasyonunun uzun sürmesi. (Denedim, ordan biliyorum) Çocuk kreş yaşının altında ise, ülke dilini de bilmiyorsanız, çözüm Türk arkadaş çevrenizle biraz misafircilik oynamak. Yoksa evde kırk takla atsanız, çocuk da siz de mutlu olmayı başaramazsınız. Ya çocuğu bilgisayar/tablet ekranına mahrum edersiniz, yada kendiniz kafayı yersiniz, benden söylemesi. 

Okul çağındaki çocuklarla iş biraz zordur, itiraf edeyim. Türk dilinde eğitim veren kolej şansı yok ise, mecburen İngilizce veya Fransızca tercih edeceksiniz. Tabi tercih sizin, ben Rusya'da on yıl kalacak olsam Rusça eğitim almasını tercih ederdim, İspanya'da bir yılım bile olsa İspanyolca öğrensin, İngilizceyi eninde sonunda öğrenecek bari ikinci bir dili olsun derdim. Şayet çocuğunuzun eğitim aldığı dili iyi biliyorsanız, işiniz kolay. Ben oğlumda hiçbir sıkıntı yaşamadım, evde kendim destek oldum ve kısa sürede adapte oldu. Ama siz de yardımcı öğretmen ile adaptasyon sürecini kısaltabilirsiniz. Veya bırakın kendi kendine azıcık zorlasın, nasılsa öğrenecek. Siz, eve geldiğinde aşırı bunaltıcı da olmadan İngilizce çizgi film izlemesini, İngilizce öyküler okumasını sağlayabiliyorsanız ne mutlu. Zaten gurbet çocuğu çok da üzerine gitmeyin 😃

Kimi ülkelerde çocuğa evde ders aldırmak inanılmaz ucuz ama bu ucuzluğun rüzgarına kapılıp çocuğa tuvalete gitme fırsatı dahi sunmayan ailelerden de olmayın derim. Müzik dersi, spor eğitimi, dil eğitimi derken çocuk oyun oynamayı da unutmasın. 

DİL BİLEN HANIMLAR NELER YAPABİLİR?

Gittiğiniz ülkenin dilini bilecek kadar talihli iseniz, sizi çok kıskandım doğrusu. Siz iş bile bulursunuz vallahi. Bir sürü gönüllü aktiviteye katılırsınız, kurslara, seminerlere rahat rahat gidebilirsiniz. İngilizce biliyorsanız, yine avantajlısınız. Çok iyi düzeyde iseniz, özel ders verebilirsiniz, benim Bosna'da yaptığım gibi bir eğitim kurumunda (gönüllü olarak) İngilizce öğretmenliği yapabilirsiniz. Uluslararası gönüllü kuruluşların kapılarını tıklatabilirsiniz, mutlaka size uyan aktiviteler bulacaksınız. Hiç olmadı, Türk hanım arkadaşlara veya onların çocuklarına dil konusunda yardımcı olabilirsiniz. Yabancılara Türkçe öğretmeyi deneyebilirsiniz. (Ki ben denedim, inanılmaz keyif aldım, öğrettiğim arkadaşlarla hala görüşüyorum)

EŞLERİN SIKÇA YAPTIĞI HATALAR

Sevgili arkadaşlar, yaşadığım iki ülkede de gözlemlediğim kadarıyla, çoğu Türk hanımı yukarıda da değindiğim getto hayatını tercih ediyor. Kekler ve kısır eşliğinde çay sohbetlerinin ötesine gidemeyen kadın toplantılarında ne yazık ki, dişe dokunur muhabbetler yapılmıyor, kimse birbirine fayda sağlamıyor. Elbette görüşmek, dertleşmek lazım ama zaman sonra kendinizi kasvetli bir dedikodu ortamının içinde bulup, yemek tarifleri denemeye mahkum mutsuz bir insana dönüşebilirsiniz. Birilerinin sizin can sıkıntınızı geçirmeyi beklemektense, siz bir şeylere öncü olabilirsiniz. Eğer Türk arkadaş çevresinden başka şansınız yoksa, bu çevre içinde bir faaliyet başlatmayı teklif edin. Hep birlikte neler yapabileceğiniz üzerinde düşünün, toplantılarınıza bir amaç katın. (Bosna'da küçük Türk arkadaş ekibimizle yaklaşık 4-5 ay Ortadoğu Tarihi Kulübü oluşturmuş, son derece ciddi bir çalışma yapmıştık ki notlarım hala saklıdır.)

Hanımların canları sıkıldıkça eşlerini didiklemesi de yapılan hatalardan biri. Evet onların peşine takılıp düzeninizi bozdunuz, belki de kariyerinizi bıraktınız. (Benim nasıl bir iş bıraktığımı hiç yazmayayım, duyanın ağzı açık kalıyor ama zerre kadar pişman değilim, ailece birarada olmak her şeye değer) Lakin, adamcağızın da işi kolay değil, o da gün içinde nice sorunla cebelleşiyor. Siz durmadan onun sizi alıp bir yerlere götürmesini beklemektense, kendi rutininizi kendi keşiflerinizi oluşturun. Gezilip görülecek yerleri internet sayesinde siz keşfedip eşinize fikir verin.

Yalnızca tanıdığınız bildiğiniz gıda ürünlerini tüketmek yerine, yöresel tatları da deneyin. Belki de çok sevecek alışacaksınız. O kültüre ait yemek tariflerini deneyin, döndüğünüzde acayip havanız olur😃

Sık sık Türkiye ziyareti yapıp uzuuuun uzun kalmanın da olumsuz etkileri olduğunu düşünüyorum. Bu durum sizi ne oraya ne de buraya ait yapar. Biran önce sürenin dolmasını bekler durursunuz. En iyisi, eşinizi de yalnız bırakmayıp, ülkeye adapte olmaya çalışın. Sevdiğiniz dostlarınızı davet edip, birlikte gezin tozun. 

23 Mart 2017 Perşembe

ACARİSTAN ve ACARLAR, ACARYA SORUNU

acaristan ile ilgili görsel sonucuBaşkenti Batum olan Acara Özerk Cumhuriyeti, Gürcistan'ın  Sarp Sınır Kapısı ile Türkiye'ye açılır. Yemyeşil doğası, sahili ve yumuşak iklimi ile Karadeniz kıyılarımızın devamı gibidir adeta. Gürcistan’ın diğer şehirlerinden farklı olarak Müslüman nüfusun yoğunlaştığı, camilerin göze çarptığı bölgenin bizdeki yeri başkadır.

Acaristan ve Acarlılar ile ilgili çok sayıda online kaynağa ulaşmak mümkün değil. Sanırım bu konuda belgeleriyle birlikte en kapsamlı çalışmayı Yunus Zeyrek yapmış. Açıkçası biraz hamasi bir çalışma olsa da okunmaya değer. Bu kapsamlı çalışmadan edindiğim bilgilere göre Acaristan eski kaynaklarda Kolchidya ismiyle anılıyor. 6. yüzyılın başlarında Hz. Osman'ın Kafkasya'ya ulaşması ile bu bölgenin de İslam'la tanıştığı varsayılıyor. Oysa Gürcüler Türklerin bölgeyi Osmanlı döneminde zorla İslamlaştırdığını iddia ediyorlar.

Gürcü kaynaklarına göre Acarya bölgesi 10.yüzyılda Kartli'ye yani Gürcistan'a bağlanıyor. 16. yüzyılda Osmanlı'nın bölgeye gelmesi ile bu topraklarda İslam daha da kuvvet kazanırken, Acaralıların kimliği kuvvetleniyor. Nitekim 1878'e kadar Osmanlı idaresinde kalan bölgedeki Müslüman Acaralılar, Osmanlı-Rus savaşında Osmanlı tarafında Lazlarla birlikte Rus-Gürcü kuvvetlerine karşı savaşıyorlar. Berlin antlaşması ile Acara'nın başkenti olan Batum Osmanlı'nın elinden çıkmıştır. (Daha sonra1918'de Kars ve Ardahan alınmış ama Batum, halkının Türklerden yana tercih kullanmasına bakılmaksızın Gürcülerin olmuştur.)

Birinci Dünya Savaşı  esnasında çok sayıda Acaralı Müslüman Türkiye'ye göç etmiştir. Türkiye'de kendilerini Gürcü asıllı olarak tanıtsalar ve Gürcüce konuşsalar da, aslında Acardırlar. Hatta bugün, Türkiye'de yaşayan çoğu Acaralı,  Gürcülerin neredeyse tamamının Ortodoks Hristiyan olduğunu dahi bilmez. Belki üç beş yemek çeşidi ve bazı gelenekler ile Gürcülere yakın olsalar da, Türk halkıyla ortak paydaları çok daha fazladır.

Bugün Gürcistan, kendisine bağlı özerk bölgelere yönelik doğru politikalar izleyememekte ve sık sık sorun yaşamaktadır. Acara bölgesinde, dini faaliyetleri kısıtlanan Müslüman nüfusun sayısı azalmaktadır. Acaralıları farklı bir millet olarak kabullenmekte zorlanan Gürcü yöneticiler, gerçek Gürcü Hristiyan olur mantığı ile misyoner çalışmalara ağırlık vermektedir. Gerek İslami eğitimden yoksun kalma, gerekse misyoner çalışmaların sonucu din değiştirenler ayrı bir yaradır. (Abhazya ve Osetya sorunlarını ayrı başlıklarda ele aldım.)


yunus zeyrek acaristan ile ilgili görsel sonucuZeyrek kitabında ünlü Rus düşünür Soljenitsin'in şu ifadelerine de yer vermiş: "Bakınız, Gürcistan, nasıl hırs ve şiddetle bağımsızlık istiyor! Ama daha şimdiden Abhazlara baskı yapıyor, Osetlere zulmediyor. Stalin'in sürgüne gönderdiği Meskhetyalıların (Ahıska Türkleri'nin) ezeli yurtlarına dönmesine izin vermiyor. Arzu ettikleri milli istiklal gerçekten bu mudur?"

Daha fazla bilgi için:
http://www.ahiska.org.tr/?p=115