26 Eylül 2016 Pazartesi

GÜRCÜLER NE YER NE İÇER?

Gürcü mutfağı ile ilgili, nerede ne yenir kabilinden bilgilere gezi bloglarından kolayca ulaşabilirsiniz. O kısmı çok detaylandırmadan işin market ve pazar boyutuna girmek isterim. Blog okuyularına halk genel anlamda evde ne tüketir, kahvaltısı, akşam yemeği, ikram anlayışları nedir bunları sunmaya çalışayım. 

Bu kadar da acemi fotoğrafçılık olur mu? Oluyor işte...
Güne tek başına şekersiz Türk kahvesi ile başlayıp öğlene kadar bir şey yemeyenler de var, fırınlardan pastanelerden hamur işleri alıp yine hazır kahve eşliğinde içenler de. Ama bizim gibi mükellef kahvaltı sofrası hazırlayıp yanında Türk çayı içenler ancak arkadaşım Maka gibi, Türkiye'de okumuş, senelerce yaşamış olanlar olsa gerek. 


Fırınlarda ne gibi hamur işleri var derseniz, daha basitçe yapılmış Megruli usuli khaçapuri, içi kırmızı fasulye ezmeli ekmek ve bizim kültürümüzdekilere benzeyen poğaça türleri diyebilirim. Bir de çerkezlerin halüj, tatarların çiğ börek dedikleri hamur işini gördüm.Hemen hemen tüm büfelerde uygun fiyata karton bardakta hazır sıcak kahve satılıyor. 

O minicik penceden alıyorsunuz ekmeği, ilginç değil mi?
Şehirde lavaş yapan dükkanlara sıklıkla rastlayabilirsiniz. İnsanların bir şişe su, kahve veya başka bir içecek ile boş boş sıcak lavaş yediğini görmek şaşırtıcı bir tablo değil. Kuru üzümlü ekmek, şekerli ekmek gibi çok orijinal ekmekler de görebilirsiniz. Ben sevdim.
Gürcistan; Rusya, Ukrayna, Azerbaycan ve Türkiye'den bolca ürün ithal ediyor. Fasulye türleri benim için bir hayli ilginç oldu. Kuru fasulyeleri gördüğümde eve alıp pişirmeden önce oynayasım bile geldi. Minicik yeşil kuru fasulyeler(maş, mung beans), kırmızı fasulye(hem aduki beans hem de kidney beans dedikleri mevcut), siyah fasulye(black turtle beans), kuru sarı bezelye(yellow split peas) ve karabuğday(greçka, buckwheat) dışında bildiğimiz kırmızı, sarı ve yeşil mercimek, nohut, barbunya da mevcut. Ancak beyaz fasulyeyi göremedim onu Türk marketlerinde bulabiliyorum, bulgur da pek yaygın değil. 

Müthiş bir hevesle yeni tanıştığım bakliyatı deneyip duruyorum. Sarı bezelye ile mercimek çorbasına çok yakın lezzette bir çorba yaptım, beğendim. Karabuğdayın ise pilavını denedim ve sanırım faydasına rağmen bir daha almayacağım, cidden tadı bizim için pek bir tuhaf, neyle denediysem yerken suratımın ekşimesi gitmedi. Zavallı oğlum okulda haftada bir yiyecek artık. Fasulye türlerini ise şimdilik piyaz olarak tüketmeyi tercih ediyorum. Gürcü teyzelerimin tariflerine ulaşırsam, başta lobia olmak üzere yemeklerini de deneyeceğim:)))

Ülkenin kendine özgü peynir türleri var. Khaçapuride kullanılan kolay eriyen, sünen peynir türleri genelde yabancıların da hoşuna gidiyor. Ama peynir konusunda pek bir mızmız olan bendeniz, ille de Trakya peynirlerini sayıklıyor, feta peynirleri ve kaşarlar ile idare etmeye çalışıyorum işte:( Peynir ve süt ürünleri için küçük dükkanlar bulmak mümkün. 

Zeytin konusunda Türkiye'ye benzer kaç ülke vardır bilmiyorum. Küçük konserve kavanozlarına sıkışmış lezzetsiz zeytinleri gördükçe içim acıyor. Ah bizim pazarlarımızdaki diri zeytinler diyor, gelecek arkadaşlardan birer kilo siyah ve çizik yeşil zeytin rica ediyorum:))

Ballar Gürcistan'da çok lezzetli ve ucuz. Tabi her memlekette işin hilesi var, orijinali bulmak için eşe dosta haber salmak gerekiyor. Reçeller içinde Türkiye'den gelen çokça marka var. Nutella ve benzeri ürünler de kahvaltınızın tatlı ihtiyacını karşılar. Bir de bence balın yanına en iyi giden şey cevizdir, o da ülkede bolca mevcut. Hem de Türkiye'dekilerden daha lezzetli ve daha ucuz. 

Salatamın vazgeçilmezleri:
reyhan, kinzi ve dereotu
Sebze ve meyve yönünden bolca çeşide uygun fiyata ulaşmak mümkün. Yeşilliği çok bol. Her bir sokakta birer ikişer manav ve artı sokak satıcıları var. Kimi bahçesinden topladığı inciri, eriği satıyor, kimi sütünü, peynirini, kimi kinzisini, reyhanını, dereotunu. Yaz mevsiminin bittiği şu günlerde domatesin kilosu 1.20 lariye kadar düştü. Konserve için ideal zaman. (Şaşırtıcı ama kavanoz domatesten pahalı, bunu da sinirle yazdım, ne saçma ama di mi?)

Sarımsaklı ekşi erik sosları
Elmaları benim çok hoşuma gitti, hafif mayhoş ve sert, sulu. Erik çeşitleri de bol. Hatta ekşi eriğin sarımsaklı sosunu yapıp etin, makarnanın yanında yiyorlar.(Fotoğrafa bakınız) Yeşil limonu, mandalinası, portakalı hep ülkenin karadeniz kıyılarından geliyor. Narenciyenin asıl cenneti Abhazya, lakin artık iki ülke arasındaki her tür ilişki kesilmiş durumda. 

Süt ürünlerine gelince...Yurt dışında yaşamış olanların bilip sevdiği ekşi krema(sour cream) burada çok yaygın kullanılıyor. Ekşi krema da kefir de yoğurdu geçmiş diyebilirim. Bir de Rusların smeta dedikleri yoğurt benzeri bir süt ürünü daha var. Aynısı Balkanlarda pavlaka olarak bilinir ki pek severim kendisini. Büyük kovalarda yoğurt göremedim henüz. Bir litrelik kutu sütün fiyatı 3 ila 4 lari arasında değişiyor, pahalı yani. Tereyağ bize göre biraz daha uygun. Köy tereyağı bulmak da çok zor değil. Aslında köy ürünlerine ulaşmak çok zor değil, bu konuda Azeriler pek yetenekli. Güvenilir biriyle anlaştıysanız, benim gibi yoğurdunuza, yumurtanıza kadar doğalını yiyebilirsiniz.

Gürcüler de bizim gibi konserveyi seviyorlar. Sokak satıcılarında bolca domates, biber ve erik konservesi görüyorum. Bir de acıka tabi. Hatta acıkanın özel baharatları da yollarda, yani milletin geçtiği yerlerde, tozun toprağın arasında açık bir şekilde satılıyor, bunu da içim almıyor doğrusu. Baharatların market içinde dahi üzeri açık şekilde satılması ne kadar sağlıklı acaba? 

Bir de churchkhela(çurçukela) yani cevizli sucuklardan bahsedeyim. Benim dişler eskimiş olacak ki, keyifle yiyemiyorum ama turistler pek bir rağbet gösteriyor bu sucuklara. Renk renk olan sucuklarda erik, üzüm, elma gibi meyveler kullanılıyor. Onlar da açıkta, ambalajsız satılıyor. Çok hijyen hastası da değilim ama gelen giden elliyor yaw!


Üzüm bolca yetiştiğinden, şarap da bolca üretiliyor. Tadanlar çok uygun fiyata çok leziz şarapları olduğunu söylüyor. Malum Hristiyanlıkla şarabın kutsallığı da tüketimi artırıyor. Ancak halk bol yağlı domuz etini şarap eşliğinde tüketince kalp damar hastalıkları ile uğraşmak durumunda kalıyormuş, kendilerinin yalancısıyım...

Kara lahana dolması, patlıcan kızartması gibi ev lezzetleri bize yakın. Gürcüler bölgede bolca yetişen cevizi yemeklerde de kullanmaktan çekinmiyor.

Şimdilik ana hatlarıyla yeme içme işleri bu kadar. İnşallah Gürcü arkadaşlarla muhabbeti ilerlettikçe farklı tarifleri de farklı bir başlıkta paylaşacağım ki, tam olsun:=)

BATUM AH BATUM

Saraybosna'nın muhteşem doğasından ve ikliminden sonra Tiflis, bilhassa ilk haftalarda bana pek sevimsiz pek itici görünmüştü. Ama sevmek için tanımak gerekiyormuş. 

Ülkedeki ikinci haftamızda Batum'a doğru yol aldık. İş nedeniyle de olsa etrafı seyretme ve çok kısa geziler yapma imkanımız oldu. Şimdilik Botanik bahçesi ve köyler içimde kaldı ama bir dahaki sefere dedim, eşimin sonraki gidişlerinde çektiği fotoğraflarla kendimi teselli ettim.

Zaten bir sahil kentinin, Karadeniz sahili kentinin, hele de son yıllarda bolca turist çeke çeke gelişen bir kentin güzel olmaması beklenebilir mi? Muazzam bir sahilden tutun da, yeme içme çeşidinin bolluğuna, yürüyüş alanının uzunluğuna ve genişliğine, tatlı esintilerine kadar Batum'da görmeye değer çok şey var. Yani "Ben giderim Batum'a, Batum'un batağına" diyenler şimdi gelip görmeliler Batum'da batak matak kalmış mı. Pek gelişmiş, pek turistik bir şehir olmuş... 

Değinmeden geçemeyeceğim ki, Türk turistler Batum'da batak kalmış mı diye görmeye gelmiyor. Bu güzelim küçük şehri daha çok kumarhaneleri ve gece hayatı nedeniyle tercih ediyorlar. Hususi domuz eti yemek için gelenlerin olduğu da söyleniyor. Batum halkının büyük çoğunluğunu yani yaklaşık %65'ini Müslüman Gürcüler yada daha doğru tabiriyle Acarlar oluşturuyor. Bu rakamın eskiden daha fazla olduğunu ancak bugün dengelerin değiştiğini okuyorum. Bu konuya Acarya ve Acarlar başlığı altında değinmeyi düşünüyorum.

Biraz da resimler konuşssun... Zira blog okuyucusunun gözleri her zaman fotoğraf arar. 


Batum'a yaklaşana kadar manzara böyle. Domuz ve inek kardeş kardeş otluyor:)

Sahilde bizim oğlan
Parkta su içmeden olur mu?
Burası nereydi unuttum!
Batum köylerinden bir ahşap ev
Köy yolları
İnsan burada dolaşmaya doyar mı?


14 Eylül 2016 Çarşamba

GÜRCİSTAN'DA İLK GÜNLER İLK İZLENİMLER

Hangi ülkede ilk günler kolay olabilir ki diye düşünerek başlamak istiyorum. Aklımızda onlarca soru, elimizde on adet valiz, bir ayda üç farklı ülke değiştirmeyi kaldıramayan bünyemin boğuştuğu hastalık, eğitim yılına bir hafta kala okul işlerini halledememenin verdiği huzursuzluk ve uygun bir ev bulamamanın stresiyle harmanlanan müthiş bir karmaşa ile başladı Gürcistan maceramız. Saraybosna'nın huzur veren kolaylığının ardından bir şehre ısınmanın bu kadar zor olacağını tahmin etmezdim doğrusu. Trafiği düzensiz, yerleşimi karmaşık, alfabesi, iklimi ve sistemi bambaşka bir şehir Tiflis. Kendime eksen olarak Saraybosna'yı değil de İstanbul'u alırsam(ki artık alsam iyi olur) nispeten daha az karmaşık olduğunu söyleyebilirim.

Tipik bir Tiflis sokağı
Zaten haftalar öncesinden internette yaptığım araştırmalar neticesinde kafamda oluşmuş belli profiller mevcuttu.(Ülkenin tarihi, coğrafi yapısı, iklimi, ekonomisi, yabancı expatların tecrübeleri, gezi blogları ve programları...) Ama Tiflis 38 derece sıcağı ile bize hiç de güzel bir karşılama sunmadı. Yatağımı yabancılamaktan tutun, evin içime sinmesi için temizlemem gereken kıyı köşe, eksik eşyalar, valizlerde duran ve yerleşmeyi bekleyen kıyafetler, ütülenecekler, pişirilecekler derken sanırım ilk bir hafta uyuduğum uykudan hiçbir şey anlamadım. 

Biz kadınlar için ev ilk etapta en önemli sorun. Eve ayakkabı ile giren insanların ülkesinde, o evin tabanlarını  çorapla gezilir, seccade serilir hale getirmek büyük çaba gerektiriyormuş. Sadece üç ay oturdukları halde, mutfağı bir yağ tabakası haline getiren, duvarlarda çizilmedik yer bırakmayan, evde asgari eşya bırakarak bizi durmadan alışverişe mecbur eden ev sahiplerime kıza kıza bitiremiyorum. Fırını ne kadar temizlemeye çalışsam da olmadı, artık bu evde kaldığımız süre içinde fırın yemeği yapmamaya karar vermek benim için daha kolay olacak gibi. 


Ev meselesine değindikçe kalkıp bir yerleri temizleyesim geldiğinden konuyu değiştiriyorum:) Market noktasında Goodwill isimli bir hayli pahalı seçenekten sonra Carrefour aradığım çoğu şeyi biraz daha uygun fiyata bulmama yardımcı oluyor. Türkiye'den gelen çok sayıda ürün var. Ama sele zeytinini, peynirlerimizi ve alıştığımız bakliyatımızı bulmak için Türk marketine uğramadan edemeyeceğiz. 

Marketlerin sebze meyve reyonunun zenginliği dikkatimi çekti. Her sokakta da mutlaka ufak tefek manavlar var. Aşağı yukarı fiyatlar aynı olmakla birlikte lezzeti de bana iyi geldi doğrusu. Ekmek çeşidi noktasında da ülke geniş seçenekler sunuyor. Helal kesim et için Azeri kasaplar mevcut. Diğer kasapların dana eti adı altında farklı etler sattığını duyunca işi sağlama alıp kendimize bir kasap bulduk. Et Türkiye'ye göre yarı yarıya ucuz. 

Gürcü mutfağında hemen her yemekte bizim kişniş onlarınsa kinzi dedikleri bitkinin hem taze haliyle, hem de kuru(tohumu) olarak kullanıldığıını zaten biliyordum. Bosna'da arayıp da bulamadığım kinziyle Gürcistan'da doya doya hasret gidereceğim sanırım. 

Dışarıda yeme içme konusunda pek cesur davranamadık. Birkaç Türk restoranında alıştığımız lezzetlerle açılış yaptık. Ancak meşhur haçapuri ve hinkalinin tadına baktık. Şimdilik ne çok lezzetli ne de kötü diyebilirim. Birkaç kez daha tatmam gerek.


Ev kiraları bir hayli pahalı. Eşyalı evleri daha çok bizim gibi yabancılar tercih ettiği için halk mümkün mertebe kira gelirinden kazanç sağlamaya çalışıyor. Verilen yüksek meblağlara rağmen evlerde yeterli eşya ne yazık ki yok. Yatak, koltuk, beyaz eşya gibi temel eşyaları koyanlar hemen dolar üzerinden evini piyasaya çıkarmış denilebilir. Örneğin bizim evimizde elektrik süpürgesi dahi yoktu, ev sahibimizden talep ettik. Halımız da yok. Epey aramamıza rağmen koca Tiflis içinde gözümüze halı satan bir yer çarpmadı. Mutfakta da olabilecek asgari tabak çanak dışında hiçbir ekstra olmadığından eksiklerim bir türlü biteceğe benzemiyor. 

Trafiğin karmakarışık ve düzensiz olması, havanın bir türlü serinlememesi ile birleşince çok fazla dışarı çıkma isteği uyanmadı bizde. Ancak şehrin tarihi dokusunu birkaç kez görmek nasip oldu. Her seferinde daha detaylıca keşfedilecek, tarihi araştırılıp öğrenilecek çok mekan var. Şehir şu sıralar bilhassa Arap ve İranlı turistlere ev sahipliği yapıyor ama eylül ayının bitmesiyle turistler de buralara veda ederler diye düşünüyorum.


İnternet sayesinde evvelden öğrendiğim ve gelir gelmez dikkatimi çeken şey ise kiliselerin aktifliği ve halkın dindarlığı. Yüzde 90'ı Hıristiyan olan ülkenin halkı kilisilere rağbet gösteriyor. Pazar sabahı küçük bir sokaktaki kiliseyi dahi insanlarla dolu gördüm. Küçük çocukların bile boynunda haçlı kolyeler var. Aslında boynunda haç taşımayan insan sayısı pek az. Taksiler, özel araçlar ve minibüslerde mutlaka dini semboller mevcut. Sık sık Meryem ana tablolarının, haçların ve çeşitli dini sembollerin satıldığı Patriarch dükkanları görüyorum. Bizdeki hacı malzemeleri satan dükkanlar gibi diyelim. Lakin halkın dindarlığının derecesini bence yaşadıkça öğreneceğim, görsel verilere dayanarak hüküm çıkarmak hatalı olur. 

Okul konusunda gelince, çocuğu okul çağında olan ebeveynler için en mühim mesele doğru okulu bulabilmek. Bulabildik mi bilemiyorum ama cidden her seçeneği araştırdık, düşündük taşındık. Ülkede kalacağımız sürenin belli olmaması ve buradan sonra nereye gideceğimizi bilemememiz nedeniyle uluslararası okullardan başka seçeneğimiz yok. Eğitim dili İngilizce olan, ikinci dil olarak da haftada 3 saat Gürcüce öğreten European School'da karar kıldık. Oğlum İbrahim şimdilik halinden memnun, 12 kişilik sınıfın 6 öğrencisi Türkiyeli olunca hiç yabancılık hissi yaşamadan sevine sevine gitti okuluna. Artık gelişmeleri ben de merakla bekliyorum. 

İlk izlenimler ister istemez karışık ve daldan dala atlar gibi oldu. Çünkü hiçbir şey zihnimde de tecrübelerimde yerine oturmuş değil. Zamanla her birine tek tek değineceğim...